181 | (bir şeye) hasret bırakmak | gerektiği anda bir şeyin yokluğunu hissettirmek. Örn: Kış günü, çoluğu çocuğu battaniyeye hasret bırakıp hepsini topladım, balkonda yattım. -M. İzgü. |
182 | (bir şeye) hayat vermek | canlılık vermek, canlandırmak. |
183 | (bir şeye) imza atmak | imzalamak. Örn: Önüne bir tomar parşömen çeken ağa, yeni öğrendiği imzasını atmaya başladı. -O. Kemal. |
184 | (bir şeye) kanaat getirmek | kanmak, aklı yatmak, inanmak. Örn: Artık Kâmuran'ın ömrümün en büyük aşkı, geleceğime bir tek hâkim kudret olduğuna kanaat getirdim. -H. E. Adıvar. |
185 | (bir şeye) ket vurmak | engel olarak güçleştirmek. Örn: Yerli atölyelerin işine ket vuruyorlarmış. -O. Kemal. |
186 | (bir şeye) kul olmak | aşırı derecede bağlanmak, boyun eğmek. Örn: Ben serüvenlere kul olmayacağım, serüvenler bana kul olacak. -A. İlhan. |
187 | (bir şeye) kulak (kulaklarını) tıkamak | bir şeyi duymazlıktan gelmek. Örn: Vücudu içinden duyduğu çöküntülere kulaklarını tıkar, gözlerini yumar. -A. Ş. Hisar. |
188 | (bir şeye) kulak vermek | değer vermek, önemsemek. Örn: Usa ve gerçeğe uygun anlatışlara kulak verenin olmadığı görüldü. -Halikarnas Balıkçısı. |
189 | (bir şeye) kuvvet vermek | bir konuya çok önem vermek. Örn: Matematiğe kuvvet verince öbür derslerini yetiştiremedi. |
190 | (bir şeye) merak sarmak (duymak, salmak) | bir şeyi edinme, yapma veya onunla uğraşma isteğine kapılmak, bir şeye eğilim duymak. Örn: Bu adama, her gördüğüm vakit, merhamet ve korku ile karışık bir merak duyuyordum. -R. N. Güntekin. Miralay beyimiz, emekli olduktan sonra komisyonculuğa kalkan |
191 | (bir şeye) pamuk ipliğiyle bağlanmak | her an bozulmaya, kopmaya hazır olmak. |
192 | (bir şeye) renk gelmek | renklenmek, canlanmak. Örn: Sarı yanaklarına hafif bir renk geldi. -Ö. Seyfettin. |
193 | (bir şeye) sünger çekmek | bir şeyi hiç olmamış saymak, silmek, silip atmak, unutmak. Örn: Bir türlü doyamadığım hürriyetimin üstüne sünger çekmek lazım geliyordu. -O. Kemal. |
194 | (bir şeye) tuz biber ekmek | üzüntüyü, kusuru artıracak durum yaratmak. |
195 | (bir şeye) yatkın bulmak | uygun görmek. Örn: Bugün birçoğumuzun romana yatkın bulmayacağı anlatımları pek rahat kullanmıştır. -S. İleri. |
196 | (bir şeye) yüz tutmak | yönelmek. Örn: Biçare Yunus'un çoktur günahı / Hakk'ın dergâhına yüz tutmuşum ben -Yunus Emre. |
197 | (bir şeye) yüzü olmamak | 1) o şeye dayanamamak 2) cüret ve cesareti olmamak 3) utanmak. |
198 | (bir şeye) yüzü tutmamak | 1) haklı da olsa karşısındakini kıracak bir davranışta bulunmaktan çekinmek. Örn: O böyle kimseyi kırmak istemedikçe, kimseye olmaz demeye yüzü tutmadıkça ne kadar istemese çevresi onu kıracak, üzecekti. -N. Cumalı. 2) utanmak. |
199 | (bir şeye) zihni takılmak | 1) yanlış bir kanıya takılıp kalmak 2) çözülmesi gerekli bir konu üzerinde durmak. |
200 | (bir şeye, bir kimseye) yazık olmak | boş yere zarar verilmek. Örn: Masrafa yazık oldu. Adama yazık oldu. |
201 | (bir şeye, kimseye) yazık etmek | boş yere zarar vermek. Örn: Kumaşa yazık etti. Çocuğa yazık ettiniz. |
202 | (bir şeyi birine) çok görmek | yadırgamak. Örn: Mehmetçiğimiz ayrıca anıtlara layıktır. Onun köylere kadar anıtlaştırılmasını çok görmem. -P. Safa. |
203 | (bir şeyi birine) haram etmek | o şeyden umulan yarar ve rahatı tattırmamak. |
204 | (bir şeyi birinin) başına sarmak | birine musallat etmek. |
205 | (bir şeyi) abes bulmak | gereksiz, saçma sapan olarak kabul etmek. Örn: Annem eniştemizin bu son sözlerini dinlemeyi artık abes bulurdu. -A. Ş. Hisar. |
206 | (bir şeyi) ağzına sürmemek | herhangi bir yiyeceği veya içeceği hiç yememek veya içmemek. |
207 | (bir şeyi) aklına koymak | 1) bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek. Örn: Fakat Ömer birinci mevkiye oturmayı aklına koymuştu. -N. Hikmet. 2) çok istemek. Örn: Bir düşünsün, meslekte kalmayı aklına koyuyorsa gecikmesin, vardiyaya buyursun. -Z. Selimoğlu. |
208 | (bir şeyi) aklında tutmak | 1) bellemek 2) unutmamak. Örn: Nasıl aklında tutar bilinmez, gelmiş geçmiş onca başbakanın adlarını sayar. -M. İzgü. |
209 | (bir şeyi) anlata anlata bitirememek | beğenilen bir şeyden çok söz etmek. |
210 | (bir şeyi) arkada bırakmak | 1) bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak 2) zaman veya düşünce bakımından geçmişte bırakmak. Örn: Uyandığımız zaman üçte birini arkada bırakmışızdır başlayan günün. -S. F. Abasıyanık. |