4981 | hacet yok | gerekliği yok, gerekli değil, istemez anlamında kullanılan bir söz. Örn: Hiç üzülmeyin, yemin etmenize de hiç hacet yok. -A. Ş. Hisar. |
4982 | hacetini yapmak (görmek) | küçük veya büyük abdestini yapmak. |
4983 | hacıağalık etmek | gereksiz yere, gösteriş için bol para harcamak. |
4984 | hacir altına almak | 1) kısıtlamak. Örn: Mümkün olduğu kadar uzun zaman devam etmesi için onu âdeta hacir altına almıştık. -R. N. Güntekin. 2) huk. hastalık, bunama vb. sebeplerden dolayı davranışlarının nasıl sonuç vereceğini bilemeyen bir kişiyi mahkeme aracılığıyla mal |
4985 | haç çıkarmak | Hristiyanlar, sağ ellerini alın, karın, iki omuz başı ve göğüs hizasına götürerek haç biçiminde tapınma işaretini yapmak, istavroz çıkarmak. Örn: Beraber eski kilise harabesine girdiler, kadın burada haç çıkardı. -R. H. Karay. |
4986 | haddeden geçirmek | 1) madenleri tel durumuna getirmek için haddeyi kullanmak 2) mec. en küçük ayrıntısına kadar incelemek, dikkatle araştırmak. |
4987 | haddi hesabı yok | sayılamayacak kadar çok, sınırsız, ölçüsüz. Örn: Çocuklara yemiş getirenin haddi hesabı yok. -H. R. Gürpınar. |
4988 | haddi mi (haddine mi düşmüş) | onun bunu yapmaya yetkisi veya yeteneği yoktur anlamında kullanılan bir söz. Örn: Haddine mi düşmüş senin, saçımın teline bile ulaşamazsın. -R. H. Karay. |
4989 | haddikifayeyi bulmak | yeterince olmak. |
4990 | haddini aşmak | ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek. Örn: Elverir ki insanı insan eden bu kuvvet, haddini aşmasın ve delilik çapına varmasın. -N. F. Kısakürek. |
4991 | haddini bilmek | kendi değer ve yeteneğini olduğundan üstün görmemek. Örn: Kişi haddini bilmeli de kendine yakışacak sevdalara düşmeli. -N. Ataç. |
4992 | hadım etmek | 1) kısırlaştırmak 2) mec. köreltmek, önemini azaltmak. Örn: Bugün Batı dünyasında sanatı, tüketim toplumu modelinin yararına olmak üzere hadım etme çabalarına rastlanmakta. -A. Cemal. |
4993 | hadi canım sen de | haydi canım sen de. |
4994 | hadi oradan | haydi oradan. |
4995 | hadise çıkarmak | olay çıkarmak. Örn: Gürültü etmeden, iz bırakmadan, hadise çıkarmadan çalışıyorlar, arılar gibi. -E. M. Karakurt. |
4996 | hafakanlar basmak (boğmak) | sıkıntıdan bunalmak. |
4997 | hafızayı yoklamak | hatırlamaya çalışmak. Örn: Hafızamı yokluyorum, bu imza ile karşılaştığım gün, yirmi yılın gerisinde. -Y. Z. Ortaç. |
4998 | hafif atlatmak | kötü bir durumdan çok az bir zararla kurtulmak. |
4999 | hafif gelmek | 1) ağırlığı fazla olmamak. Örn: Çok hafif geldiği için düvene ağır bir taş oturtmuşlardı. -R. Enis. 2) mec. önemsiz görmek, değer verilmemek. |
5000 | hafife almak | küçümsemek, önemsememek. Örn: İnsanları hafife almanın bedelini ağır ödedim. -E. Şafak. |
5001 | hafiflik etmek | yakışıksız bir davranışta bulunmak veya söz söylemek. |
5002 | hafiften almak | önemsiz bulup üzerine düşmemek, yeterince ilgilenmemek. |
5003 | hafta sekiz, gün dokuz | tedirgin edercesine sık sık anlamında kullanılan bir söz. Örn: O, hafta sekiz, gün dokuz bizdedir! |
5004 | hah şöyle | ha şöyle. Örn: Hah şöyle, biraz kendini göster! |
5005 | hak (hakkını) yemek | başkalarının hakkını vermemek. Örn: Hem benden haber bekleyen okuyucularımın hakkını yiyor, öteki genç okuyucularımın kalbini kırıyorum. -O. V. Kanık. |
5006 | hak etmek | 1) bir emek karşılığı hakkı olan şeyi elde etmek, hak kazanmak. Örn: Mutlu, başarılı, kendine güvenmeyi hak etmiş birisi. -T. Buğra. 2) layık olduğu kötü karşılığı almak 3) bir başarı dolayısıyla ödüllendirilmek. Örn: Kadın dergileri bizi göklere çık |
5007 | Hak getire | yoktur, bulunmaz, ne arar anlamında kullanılan bir söz. Örn: Senin gibi yakışıklı değildi. Boy bos desen Hak getire. -E. Şafak. |
5008 | hâk ile yeksan etmek (olmak) | 1) yapı, şehir vb. için temelinden yıkıp harap etmek, bütünüyle ortadan kaldırmak veya kalkmak 2) yapı, şehir vb. için temelinden yıkıp harap olmak, bütünüyle ortadan kaldırmak veya kalkmak. |
5009 | hak kazanmak | emeğin karşılığını alabilecek duruma gelmek. Örn: Senin kadar kimse kendi vatanına sahip olmaya hak kazanamamıştır. -A. H. Müftüoğlu. |
5010 | hakaret görmek | ağır veya küçültücü davranış görmek, aşağılanmak. Örn: Hakkı da var, tecavüze uğramayan, hakaret görmeyen kalmıyor. -A. Gündüz. |