451 | (birine) fitil vermek | kızdırmak, azdırmak, kışkırtmak. |
452 | (birine) gariplik basmak | yalnızlık çökmek. Örn: Başka yerlerde bana bir gariplik basıyor. -S. F. Abasıyanık. |
453 | (birine) gözdağı vermek | sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak. Örn: Sarhoş ağabeyi, parası pulu ile gözdağı vermeye kalktı onlara. -N. Cumalı. |
454 | (birine) gözünün üstünde kaşın var dememek | birinin her davranışını hoş görmek. |
455 | (birine) gurur gelmek | hlk. kurumlanmak. |
456 | (birine) gün doğmak | isteklerini gerçekleştirmek için iyi bir duruma erişmek veya eline olağanüstü bir fırsat geçmek. |
457 | (birine) haddini bildirmek | sert bir karşılıkla uslandırmak, yola getirmek, cezalandırmak. Örn: Pestil gibi yerlerde uzandığıma bakma, anam, ben şu huysuza haddini bildirirdim. -N. Hikmet. |
458 | (birine) hak vermek | birinin düşüncesini, davasını, iddiasını doğru bulmak. Örn: Annem de ağzının içinde sessizce söylenmeye koyulduğunda ona da hak vermiyordum. -A. Kutlu. |
459 | (birine) hayatı cehennem etmek | büyük üzüntü ve sıkıntı vermek. Örn: En yakınlarından başlayarak herkese hayatı cehennem ettiği de doğrudur. -M. Mungan. |
460 | (birine) hor bakmak | değersiz saymak, değer vermemek. |
461 | (birine) içinden gülmek | sezdirmeden eğlenmek. |
462 | (birine) iltimas etmek (geçmek) | kayırmak, korumak. Örn: Sanırım ki öğretmenler bana iltimas geçiyorlardı. -A. Erhat. |
463 | (birine) ip takmak | birinin kötülüğü için çalışmak. |
464 | (birine) iş düşmek | birinin iş yapması gerekmek. Örn: Hizmetçiden, aşçıdan, sana iş düşmeyecek bile. -H. Taner. |
465 | (birine) iş etmek | aldatmak, birine beklemediği bir davranışta bulunarak onu zarara sokmak. |
466 | (birine) işi düşmek | birinin yardımına gereksinim duymak. Örn: Ara sıra işim düşerek kalem odasına girdikçe ona nazik ve kibar bir arkadaş muamelesi ediyordum. -R. N. Güntekin. |
467 | (birine) kan kusturmak | çok eziyet çektirmek. Örn: Fakat sonra bana haftalarca kan kusturdunuz, dedim. -R. N. Güntekin. |
468 | (birine) kanat açmak | birini korumak, himaye etmek. |
469 | (birine) kanı kaynamak | çabucak sevgi duymak. Örn: Sonra da kanları kaynamıştı bu genç, yakışıklı ve zeki çocuğa. -Ç. Altan. |
470 | (birine) kara çalmak | birine iftira etmek, kara sürmek. Örn: Allah için güzel kapışıyoruz, birbirimize kara çalmakta üstümüze yok! -H. Taner. |
471 | (birine) karşı durmak | direnmek, dayanmak. Örn: Bak, eğer yüklendiğimiz, karşı durduğumuz kimseler yöneticiler olsalar ılımlılıktan söz açmazdım. -A. Ağaoğlu. |
472 | (birine) karşı gelmek | 1) başkaldırmak. Örn: Acaba böyle bir meraka uymak perilere karşı gelmek midir? -H. R. Gürpınar. 2) birini karşılamak. |
473 | (birine) kastı olmak | ona karşı kötülük etmek, zarar verme isteği beslemek. Örn: Bana kastı mı var? |
474 | (birine) kavuk sallamak | bir kimseye yaranmak için onun söz veya davranışlarını uygun bulmak, onaylamak. Örn: Boş bulundun, oğlum, hiç olmazsa bir iki saat kavuk sallayacaksın. -M. Ş. Esendal. |
475 | (birine) kemik atmak | hkr. susturmak, oyalamak için birini küçük bir şeyle avutmak. |
476 | (birine) kıç attırmak | tkz. ondan üstün olmak. |
477 | (birine) kılçık atmak | bir kimsenin işini karıştırmak, bozmak. |
478 | (birine) kıyak yapmak | argo maddi ve manevi destek olmak, yardım etmek. Örn: O kadar uzatmayalım bu işi, sana bir kıyak yapalım. -T. Yücel. |
479 | (birine) kol kanat olmak (germek) | yardım etmek, korumak, himaye etmek. Örn: Sade çocuğuna değil, eşine de kol kanat gerer, ona da analık eder. -H. Taner. |
480 | (birine) kolaylık göstermek | yapabilme yolu, imkânı sağlamak. Örn: Bu arzumda bana en çok kolaylık gösteren Behiç'tir. -P. Safa. |