3601 | döküp saçmak | dağıtmak, ziyan etmek. |
3602 | döl almak | cins bir hayvandan yararlanarak iyi cins yavru almak. |
3603 | döl döş sahibi olmak | çocuk ve torunları bulunmak. Örn: Gün gelir, evlenir, döl döş sahibi olur, durulur. -C. Uçuk. |
3604 | döl vermek | 1) yavru vermek, üremek 2) ürün vermek. |
3605 | dönüp dolaşmak | 1) uzun süre gezmek 2) mec. arayış içinde olmak, her çareye başvurmak. Örn: Yirmi sene hep aynı renkler içinde dönüp dolaştık. -B. R. Eyuboğlu. |
3606 | dönüp geriye bakmak | eskiyi hatırlamak, geçmişi gözden geçirmek. Örn: Şimdi dönüp geriye baktığımda ne görüyorum? Kimi insanlar hayatımızı bir karikatüre çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. -S. Dölek. |
3607 | dönüşü olmayan yola girmek | asla bırakılmayacak, vazgeçilmeyecek bir durumda olmak. Örn: Artık ok yaydan çıkmış sayılırdı, dönüşü olmayan bir yola girdikleri kesindi. -O. Aysu. |
3608 | dört ayak üstüne düşmek | 1) tehlikeli bir durumdan zarar görmeden kurtulmak 2) işi rast gitmek. Örn: Yüze gülücü, her dönemde dört ayak üstüne düşen Efruz'un hayat hikâyesini sergileyen piyesim, yurtta bini aşkın defa oynadıktan sonra, televizyon oyunu hâline getirilince yasakl |
3609 | dört bir taraf (yan) | her yan, bütün çevre. Örn: Oğulları babasını iyileştirmek için dört bir yana koşuşurdu. -A. İlhan. |
3610 | dört dönmek | 1) telaşla çare aramak. Örn: Cemil, Cemil! diye haykırarak yağmurun altında dört dönüyordum. -R. N. Güntekin. 2) bir iş yapmak için telaşla sağa sola koşmak. Örn: Bizi memnun etmek için etrafımızda dört dönüyordu. -Ç. Altan. |
3611 | dört duvar arasında kalmak | evde, kapalı bir yerde kalmak zorunda olmak. Örn: Ömrünü dört duvar arasında geçirmiş, çocuklarından başka insan yüzü görmemiş temiz bir ev kadını birdenbire değişemezdi. -R. N. Güntekin. |
3612 | dört gözle beklemek (bakmak) | çok isteyerek veya özleyerek beklemek. Örn: Terekesini paylaşmak için dört gözle ölümünü beklemekteydiler. -Y. K. Karaosmanoğlu. |
3613 | dört üstü, murat üstü | işi her zaman yolunda olanlar için söylenen bir söz. |
3614 | dört yanı deniz kesilmek | çaresiz ve umutsuz kalmak. |
3615 | dörtköşe olmak | çok keyiflenmek, çok zevk almak. |
3616 | dörtnala kaldırmak | dörtnal koşturmaya başlamak. Örn: Atı dörtnala kaldırdı. |
3617 | dörtnala kalkmak | dörtnal koşmak. Örn: Atlar bazen dörtnala kalkıyor, bazen tırısa geçiyordu. -R. Enis. |
3618 | döviz kaçırmak | yurt dışına izinsiz döviz çıkarmak. |
3619 | dramatize etmek | 1) bir edebî eseri radyo, televizyon veya sahne oyunu biçimine getirmek 2) mec. bir olayı olduğundan daha acıklı, abartılı bir biçimde ortaya koymak. |
3620 | dua (duasını) almak | iyi yapılan bir işle birinin hoşnutluğunu kazanmak. Örn: Elini öpüp duasını almak istedim. -B. Felek. |
3621 | duası tutmak | 1) duası gerçekleşmek. Örn: Duasının tutup tutmayacağını söyleyemezdi. -T. Buğra. 2) etkili olmak. |
3622 | duble etmek | astar geçirmek. |
3623 | dudağını (dudaklarını) ısırmak | yakışıksız bir durum karşısında şaşmak. Örn: Koca Ali bu kararı duyunca ömründe ilk defa olarak sarardı. Dudaklarını ısırdı. -Ö. Seyfettin. |
3624 | dudağının ucuna gelmek | hemen söyleyecek durumda olmak. Örn: Bayram, dudağının ucuna gelen soruyu soramadı. -A. Kulin. |
3625 | dudak (dudağını) bükmek | 1) bir şeyi beğenmediğini, küçümsediğini belli etmek, umursamamak, pek aldırış etmemek. Örn: Masalların yıllarca uzakları gösteren büyülü aynasına bugünün çocukları dudak bükerler. -N. Hikmet. 2) ağlayacak gibi olmak. |
3626 | dudak dudağa gelmek (kalmak) | öpüşmek. Örn: Bir zaman böyle birbirini karşılıklı öpücüklere boğduktan sonra, nefesleri kesilinceye kadar dudak dudağa kaldılar. -N. Cumalı. |
3627 | dudak ısırmak | 1) hayran kalmak 2) hayrete, şaşkınlığa düşmek. |
3628 | dudak sarkıtmak | somurtmak. |
3629 | dudak ucuyla söylemek | belli belirsiz anlatmak, isteksizce söylemek. Örn: Size hayır kalmadığını dudak ucuyla söyleyiverirler ve gerçekten dedikleri de çıkar. -R. N. Güntekin. |
3630 | dul kalmak | kadın veya erkeğin eşi ölmek. Örn: Hatice Hanım pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı. -Ö. Seyfettin. |