3241 | defibela kabîlinden | bir belayı savarcasına. |
3242 | defter açmak | 1) para yardımı veya gönüllü toplamaya girişmek 2) hesap açmak, banka cüzdanı vermek 3) mec. bir şeye yeniden başlamak. |
3243 | defter tutmak | tic. işlem veya hesapları düzenli olarak bir deftere geçirmek. Örn: Bir defterler tutardı, bayılırdık. -S. F. Abasıyanık. |
3244 | defteri dürülmek | 1) ölmek 2) öldürülmek 3) görevine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak. |
3245 | defteri kapamak (kapatmak) | 1) söz konusu işi artık yapmaz olmak 2) bir şeyle ilgiyi kesmek. Örn: Saçmalama, ben o defteri kapatalı bir yılı geçti. -A. Kulin. |
3246 | defterinde olmamak | sahip bulunmamak, tabiatında bulunmamak. Örn: Sevmek, inanmak, bağlanmak gibi şeyler defterinde yoktu. -T. Buğra. |
3247 | defterinde yazmamak | kitabında yer almamak. |
3248 | defterini dürmek | 1) öldürmek. Örn: Bir gün senin defterini dürerler bir eyyam gelir. -Yunus Emre. 2) işine son vermek, işten çıkarmak 3) başarısını kıskanarak yükselmesine engel olmak. |
3249 | değer biçmek | bir şeyin değerini belirtmek, bir şeye değer koymak. |
3250 | değer düşümüne uğramak | değersizleşmek. Örn: Artık tanıyamadığımız bu ışıksız kentte üç ay içinde korkunç bir değer düşümüne uğrayan hayatlarımızı düşünmüştük. -T. Uyar. |
3251 | değer vermek | değerli saymak, önem vermek. |
3252 | değiş etmek | hlk. bir şey verip yerine başka bir şey almak. Örn: Buğdayı pirinçle değiş etmek. |
3253 | değme gitsin | anlatılması güç, anlatılamaz anlamında kullanılan bir söz. |
3254 | değnek gibi | çok zayıf ve ince. |
3255 | dehşet saçmak | ortalığa korku vermek. Örn: Oyun, okuyanı hiçbir tarih kitabının etkilemeyeceği kadar kuvvetle Fransız İhtilali'nin amansız, dehşet saçan günleriyle karşı karşıya bırakır. -N. Cumalı. |
3256 | dehşete düşürmek | çok korkutmak, dehşete kapılmasına sebep olmak. Örn: Korkunç jestlerle yaptığı kara bulut tasvirleri bizi yeniden dehşete düşürdü. -R. N. Güntekin. |
3257 | dehşete kapılmak (düşmek) | çok korkmak. Örn: Ev sahibi dehşete kapılmış gibiydi. -T. Buğra. |
3258 | deke düşmek | hileye, oyuna gelmek. Örn: İlkin deke düştüğümün hiç farkına varmadım. -M. Ş. Esendal. |
3259 | dekolte konuşmak | tkz. açık saçık konuşmak. |
3260 | deli bayrağı açmak | şaka âşık olmak. |
3261 | deli çıkmak | 1) çıldırmak 2) mec. çok sinirlenmek. |
3262 | deli dana (danalar) gibi dönmek | ne yapacağını bilemeyerek şaşkınca davranmak. |
3263 | deli etmek | 1) çılgına çevirmek. Örn: Muhtarın maksadı bizi meraktan deli etmek. -M. İzgü. 2) sinirlendirmek 3) sağlıklı düşünemeyecek duruma getirmek. |
3264 | deli gibi | deliye yaraşır davranışta, delicesine. Örn: Bizimkinin kıza deli gibi âşık olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyor. -A. Ümit. |
3265 | deli kızın çeyizi gibi | bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan (eşya). |
3266 | deli olmak işten değil | densiz davranışlar, güç durumlar veya duyulan öfke karşısında düşülen çaresizliği anlatan bir söz. |
3267 | deli pösteki sayar gibi | çok karışık, çok ayrıntılı, sıkıcı bir işle uğraşma. |
3268 | deli Raziye gibi | delice davranışlarda bulunan (kız veya kadın). |
3269 | deli saraylı gibi | acayip biçimde giyinen, takıp takıştıran (kimse). Örn: Teğmenin, teyzem dediği, altmışlık, altmış beşlik, suratı hâlâ düzgünlü, kirpikleri hâlâ sürmeli, deli saraylı gibi bir kadıncağızmış. -H. Taner. |
3270 | deliğe tıkmak | argo tutuklamak, hapsetmek. Örn: O nasıl yarmıştı benim kafacığımı, şimdi de yakalasınlar kuyruğundan onu da tıksınlar deliğe. -O. C. Kaygılı. |